Translation meaning & definition of the word "truth" into Turkish language

noun

1. A fact that has been verified

• "At last he knew the truth"

• "The truth is that he didn't want to do it"

synonym:
• truth

1. Doğrulanmış bir gerçek

• "Sonunda gerçeği biliyordu"

• "Gerçek şu ki, bunu yapmak istemedi"

eşanlamlı:
• gerçek

2. Conformity to reality or actuality

• "They debated the truth of the proposition"

• "The situation brought home to us the blunt truth of the military threat"

• "He was famous for the truth of his portraits"

• "He turned to religion in his search for eternal verities"

synonym:
• truth
,
• the true
,
• verity
,
• trueness

2. Gerçekliğe veya gerçekliğe uygunluk

• "Önermenin doğruluğunu tartıştılar"

• "Durum bize askeri tehdidin açık gerçeğini getirdi"

• "Portrelerinin gerçekliği ile ünlüydü"

• "Sonsuz gerçeklikler arayışında dine yöneldi"

eşanlamlı:
• gerçek
,
• doğruluk

3. A true statement

• "He told the truth"

• "He thought of answering with the truth but he knew they wouldn't believe it"

synonym:
• truth
,
• true statement

3. Gerçek bir ifade

• "Gerçeği söyledi"

• "Gerçekle cevap vermeyi düşündü ama inanmayacaklarını biliyordu"

eşanlamlı:
• gerçek
,
• gerçek ifade

4. The quality of being near to the true value

• "He was beginning to doubt the accuracy of his compass"

• "The lawyer questioned the truth of my account"

synonym:
• accuracy
,
• truth

4. Gerçek değere yakın olmanın kalitesi

• "Pusulasının doğruluğundan şüphe etmeye başlamıştı"

• "Avukat hesabımın gerçeğini sorguladı"

eşanlamlı:
• doğruluk
,
• gerçek

5. United states abolitionist and feminist who was freed from slavery and became a leading advocate of the abolition of slavery and for the rights of women (1797-1883)

synonym:
• Truth
,
• Sojourner Truth

5. Kölelikten kurtulan ve köleliğin kaldırılmasının ve kadın haklarının önde gelen savunucusu olan amerika birleşik devletleri kölelik karşıtı ve feminist (1797-1883)

eşanlamlı:
• Hakikat
,
• Sojourner Truth'un

Examples of using

Tom hesitated to tell Mary the truth.

Tom Mary'ye gerçeği söylemek için tereddüt etti.

Tom finally mustered up the courage to tell Mary the truth.

Tom sonunda Mary'ye gerçeği söyleme cesaretini topladı.

Tom didn't tell the truth.

Tom gerçeği söylemedi.

Tom didn't come right out and say so, but he implied that I wasn't telling the truth.

Tom dışarı gelmedi ve öyle söylemedi fakat gerçeği söylemediğimi ima etti.

Tom and only Tom knows the whole truth.

Tom ve sadece Tom bütün gerçeği biliyor.

You're twisting the truth.

Gerçeği çarpıtıyorsun.

You're the only other person who knows the truth.

Sen gerçeği bilen tek kişisin.

Tom usually tells the truth.

Tom genellikle gerçeği söyler.

Tom tried to conceal the truth.

Tom gerçeği gizlemeye çalıştı.

Tom says he always told Mary the truth.

Tom Mary'ye her zaman gerçeği söylediğini söylüyor.

Tom refused to conceal the truth.

Tom gerçeği gizlemeyi reddetti.

When the truth is found to be lies and all the joy within you dies, don't you want somebody to love?

Gerçeğin yalanlardan ibaret olduğu öğrenildiğinde ve içindeki tüm neşe öldüğünde sevecek birisini istemez misin?

To tell the truth, you're all cowards.

Doğruyu söylemek gerekirse siz korkaklarsınız.

Do you swear you're telling me the truth?

Bana doğruyu söylediğine yemin eder misin?

I told the truth.

Gerçeği söyledim.

I want the truth.

Gerçeği istiyorum.

I told you the truth.

Size doğruyu söyledim.

I told you the truth.

Sana doğruyu söyledim.

I'll tell Tom the truth.

Tom'a gerçeği anlatacağım.

I get the impression that you aren't telling the truth.

Doğruyu söylemediğin kanısındayım.