Translation meaning & definition of the word "fact" into Turkish language

noun

1. A piece of information about circumstances that exist or events that have occurred

• "First you must collect all the facts of the case"

synonym:
• fact

1. Var olan koşullar veya meydana gelen olaylar hakkında bir bilgi parçası

• "Önce davanın tüm gerçeklerini toplamalısın"

eşanlamlı:
• gerçek

2. A statement or assertion of verified information about something that is the case or has happened

• "He supported his argument with an impressive array of facts"

synonym:
• fact

2. Durum olan veya olan bir şey hakkında doğrulanmış bilgilerin beyanı veya iddiası

• "Argümanını etkileyici bir dizi gerçekle destekledi"

eşanlamlı:
• gerçek

3. An event known to have happened or something known to have existed

• "Your fears have no basis in fact"

• "How much of the story is fact and how much fiction is hard to tell"

synonym:
• fact

3. Olduğu bilinen bir olay ya da var olduğu bilinen bir şey

• "Korkularınızın aslında bir temeli yoktur"

• "Hikayenin ne kadarı gerçek ve ne kadar kurgu anlatmak zor"

eşanlamlı:
• gerçek

4. A concept whose truth can be proved

• "Scientific hypotheses are not facts"

synonym:
• fact

4. Gerçeği kanıtlanabilen bir kavram

• "Bilimsel hipotezler gerçek değildir"

eşanlamlı:
• gerçek

Examples of using

The fact that I said nothing made him angry.

Hiçbir şey söylemedim; bu da onu kızdırdı.

The fact that I said nothing made him angry.

Hiçbir şey söylememem onu kızdırdı.

I assume this is due to the fact that Tom is a minor.

Sanırım bu Tom'un bir çocuk olması gerçeği yüzünden.

Is that story fact or fiction?

Şu hikâye gerçek mi yoksa kurgu mu?

Is that story fact or fiction?

O hikâye gerçek mi yoksa kurgu mu?

It's a fact.

Bu bir gerçek.

In fact, I was born in Boston.

Aslında ben Boston'da doğdum.

My father is proud of the fact that he's never been in a traffic accident.

Babam hiç trafik kazası geçirmediğinden dolayı gurur duyuyor.

Is that a fact?

O bir gerçek mi?

"You probably wouldn't like going camping with me." "You're wrong. In fact, I think I'd like that very much."

"Büyük olasılıkla benimle birlikte kamp yapmaya gitmek istemezsin." "Yanılıyorsun. Aslında, onu çok fazla sevdiğimi düşünüyorum."

That's a fact.

O bir gerçek.

It's a proven fact.

O kanıtlanmış bir gerçek.

This is a fact.

Bu bir gerçek.

The nuclear family is a young prejudice; in fact, families have only been built around the few immediate members in the last 50 or 60 years of relative wealth.

Çekirdek aile genç bir önyargıdır; aslında, aileler sadece göreli zenginliğin son 50 ya da 60 yılı içinde birkaç yakın üyenin etrafında inşa edilmiştir.

You say that you're afraid of being disliked by other people, but you have some people that you dislike yourself, don't you? Arithmetically speaking, there are an equal number of people who you don't like that don't like you back. I'm not saying that if you end your dislike of someone, someone else will stop disliking you as well; it's just that you can't change the fact that if you dislike someone, then someone else dislikes you as well. Your life will go much smoother if you just give up and accept that t

Diğer insanlar tarafından nefret edilmekten korktuğunu söylüyorsun fakat bizzat senin de hoşlanmadığın bazı insanlar vardır, değil mi? Rakamsal olarak konuşursak, senin hoşlanmadığın ve senden hoşlanmayan eşit sayıda insan vardır. Birisiyle ilgili nefretinden vazgeçsen, başka biri de senden nefret etmekten vazgeçecektir demiyorum; bu sadece sen birinden nefret edersen, o zaman başka biri de senden nefret eder gerçeğini değiştiremezsin anlamına gelir. Sadece vazgeçip ve o gerçeği kabul edersen hayat çok daha

In spite of the fact that she's rich, she says she's poor.

O zengin olmasına rağmen fakir olduğunu söylüyor.

That fact can't be denied.

O gerçek inkar edilemez.

I won't be getting married this year. In fact, I may never get married.

Ben bu yıl evlenmeyeceğim. Aslında, hiç evlenmeyebilirim.

Tom is unwilling to accept the fact that he needs help when translating.

Tom çeviri yaparken yardıma ihtiyacı olduğu gerçeğini kabul etmek istemiyor.

Tom made no attempt to hide the fact that he was in love with Mary.

Tom Mary'ye aşık olduğu gerçeğini saklama girişiminde bulunmadı.