Translation meaning & definition of the word "demand" into Turkish language

noun

1. An urgent or peremptory request

• "His demands for attention were unceasing"

synonym:
• demand

1. Acil veya kalıcı bir talep

• "Dikkat talepleri durmuyordu"

eşanlamlı:
• talep

2. The ability and desire to purchase goods and services

• "The automobile reduced the demand for buggywhips"

• "The demand exceeded the supply"

synonym:
• demand

2. Mal ve hizmet satın alma yeteneği ve arzusu

• "Otomobil, buggywhips talebini azalttı"

• "Talep arzı aştı"

eşanlamlı:
• talep

3. Required activity

• "The requirements of his work affected his health"

• "There were many demands on his time"

synonym:
• requirement
,
• demand

3. Gerekli faaliyet

• "Çalışmasının gereksinimleri sağlığını etkiledi"

• "Zamanında birçok talep vardı"

eşanlamlı:
• gereksinim
,
• talep

4. The act of demanding

• "The kidnapper's exorbitant demands for money"

synonym:
• demand

4. Talep etme eylemi

• "Kaçıran kişinin fahiş para talepleri"

eşanlamlı:
• talep

5. A condition requiring relief

• "She satisfied his need for affection"

• "God has no need of men to accomplish his work"

• "There is a demand for jobs"

synonym:
• need
,
• demand

5. Rahatlama gerektiren bir durum

• "Aşk ihtiyacını tatmin etti"

• "Tanrı'nın işini başarmak için erkeklere ihtiyacı yoktur"

• "İş için talep var"

eşanlamlı:
• ihtiyaç
,
• talep

verb

1. Request urgently and forcefully

• "The victim's family is demanding compensation"

• "The boss demanded that he be fired immediately"

• "She demanded to see the manager"

synonym:
• demand

1. Acil ve güçlü bir şekilde talep edin

• "Kurbanın ailesi tazminat talep ediyor"

• "Patron derhal kovulmasını istedi"

• "Müdürü görmek istedi"

eşanlamlı:
• talep

2. Require as useful, just, or proper

• "It takes nerve to do what she did"

• "Success usually requires hard work"

• "This job asks a lot of patience and skill"

• "This position demands a lot of personal sacrifice"

• "This dinner calls for a spectacular dessert"

• "This intervention does not postulate a patient's consent"

synonym:
• necessitate
,
• ask
,
• postulate
,
• need
,
• require
,
• take
,
• involve
,
• call for
,
• demand

2. Yararlı, adil veya uygun olarak gerektirir

• "Onun yaptığını yapmak sinir gerektirir"

• "Başarı genellikle sıkı çalışmayı gerektirir"

• "Bu iş çok sabır ve beceri ister"

• "Bu pozisyon çok fazla kişisel fedakarlık gerektiriyor"

• "Bu akşam yemeği muhteşem bir tatlıyı çağırıyor"

• "Bu müdahale hastanın rızasını önermez"

eşanlamlı:
• gerektirmek
,
• sormak
,
• talep etmek
,
• ihtiyaç
,
• almak
,
• içermek
,
• çağırmak
,
• talep

3. Claim as due or just

• "The bank demanded payment of the loan"

synonym:
• demand
,
• exact

3. Doğru veya adil olarak talep edin

• "Banka kredinin ödenmesini talep etti"

eşanlamlı:
• talep
,
• kesin

4. Lay legal claim to

synonym:
• demand

4. Yasal hak iddia etmek

eşanlamlı:
• talep

5. Summon to court

synonym:
• demand

5. Mahkemeye çağırmak

eşanlamlı:
• talep

6. Ask to be informed of

• "I demand an explanation"

synonym:
• demand

6. Haberdar olmak istemek

• "Bir açıklama istiyorum"

eşanlamlı:
• talep

Examples of using

I demand the truth.

Gerçeği talep ediyorum.

I demand a refund.

Ben bir geri ödeme talep ediyorum.

He couched his demand in respectful words.

Talebini hürmetkar bir lisanla arzetti.

We demand justice.

Adalet istiyoruz.

The demand is huge.

Talep çok büyük.

I demand that you remove your slanderous and defamatory comments at once or my lawyers will be in touch.

İftira ve hakaret içeren yorumlarını çıkarmanı istiyorum yoksa avukatım seninle temas kuracak.

Prices depend on the costs and the demand.

Fiyatlar maliyetlere ve talebe bağlıdır.

I demand that he be punished.

Onun cezalandırılmasını istiyorum.

Pemberton rejected the demand.

Pemberton talebi reddetti.

Anderson rejected the demand.

Anderson, talebi reddetti.

Saddam rejected the demand.

Saddam talebi reddetti.

The Emperor agreed to drop the demand for money.

İmparator, para talebini görüşmeyi kabul etti.

They did not demand better working conditions.

Onlar daha iyi çalışma koşulları talep etmedi.

Imported cars are in strong demand.

İthal arabalara güçlü bir talep vardır.

The demand was brought down by increases in imports.

İthalattaki artışla talep aşağı düşürüldü.

We have to meet the demand.

Biz talebi karşılamak zorundayız.

I'm sorry I cannot meet your demand.

Üzgünüm talebini karşılayamam.

The management finally succumbed to the demand of the workers and gave them a raise.

Yönetim sonunda çalışanların talebine direnemedi ve onlara bir zam verdi.

There is a great demand for gasoline.

Büyük bir benzin talebi mevcut.

I demand an explanation for this mistake.

Bu hata için bir açıklama istiyorum.